Ömer Dinçer: Öğretmenler bana Teşekkür Etsin!

Ömer Dinçer: Öğretmenler bana Teşekkür Etsin!

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 02 Ekim 2012 Salı günü AA Editör Masası’na konuk oldu; açıklamalarının bir bölümünde; “25 binden biraz fazla öğretmen eş durumundan yer değişikliği talep etti. Ne yazık ki 17 bine yakını sınıf öğretmeniydi. Eş durumunda bu zamana kadar taleplerin % 95’ini karşıladık. Bu öğretmenlerimiz lütfen çıkıp bir teşekkür etsin. Bunun yapıldığını insanlarımız görsün. Eş durumunda atama olmadığını iddia eden şuan 1500 kişi kalmıştır” dedi.

Keşke, Sayın Bakan’ın eğitim çalışanlarının lehine olağanüstü bir gayreti olsa da teşekkür edebilsek. Yükselen ağıtlar karşısında yüreği hiç titremeyen, dayatmacı bir yaklaşım sergileyen, çalışanlara zulmeden, onları küçümseyen, öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran, öğretmenleri eşinden, çocuğundan ayıran, deprem mağdurlarını görmeyen, kendini geliştirmek, mesleğinde ilerlemek isteyenleri reddeden bir bakana mı teşekkür etmeliyiz? Her gün farklı rakamlar telaffuz eden, bir gün söz verip, ertesi gün söylediğini yapmayan bakana mı teşekkür edelim?

Özür gurubundan öğretmen atamaları yılda iki defa yapılırken, uygulamayı yılda bir defaya indiren Sayın Bakan’a nasıl teşekkür edebiliriz?

Bir ülkede anayasalar, kanunlar, yönetmelikler niçin değiştirilir?

Millet ve devlet yararına adaletli bir düzen için,

·Daha fazla özgürlük,

·Daha fazla hak,

Yaşanan sorunların çözülmesi için değil mi?

Milli Eğitim Bakanlığınca, 14 Eylül 2011 tarihinde, Teşkilat Yasası değiştirildi. Eş, eğitim, sağlık özür grubu atamaları bu değişiklikten önce şu şekilde yapılmaktaydı: Sağlık durumu özrü zamana bağlı olmaksızın, eş durumu özrü ise yılda iki defa Şubat ve Ağustos aylarında yapılıyordu. Bu yasayla yılda bir defaya indirildi. Bu da yasada, “Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler yaz tatilinde yapılır” ifadesiyle karşılık buldu.

Teşkilat Yasasında yapılan değişikliklerde; Anayasa, kutsal sayılan değerler, Çocuk Hakları Sözleşmeleri yok sayıldı. Anayasamızda “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” diyor. Anayasa tarafından güvence altına alınan aile bütünlüğü, evrensel insan hakları belgelerinde de benimsenmiş, aynı zamanda bu değer, dinimiz tarafından da kutsal sayılmıştır. Aynı zamanda pek çok öğretmenimizin çocuğu vardır. Bununla ilgili taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Mad 7/1’de; “Çocuk ana babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahiptir” diyor.

İşte tüm bunlar Bakan Ömer Dinçer tarafından göz ardı edilmiştir. Kulaklarını adeta özür grubu mağdurlarına kapayan, Anayasayı, Uluslararası sözleşmeleri hiçe sayan, vicdanı körelmiş bakana, Milli Eğitim Bakanlığı bahçesinde özür grubu mağdurları ile birlikte adeta kulağının dibinden haykırmıştık.

10 Aralık 2011 tarihinde Bakanlık önünde yaptığımız eylemde eş durumu, sağlık ve öğrenim özür tayinlerinin şubat ayında da yapılmasını talep etmiştik. Bu eylemden iki gün sonra Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Sendikamız ile görüşmek istedi. 12.12.2011 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen davet üzerine, Genel Başkanımız İsmail Koncuk, Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’le özür grubu atama mağdurlarının durumunu görüştü.

Görüşmede bakan tarafından, 2011 yılı içerisinde, eş durumu, sağlık ve eğitim özür gruplarından tayin isteyenlerin taleplerinin alınması ve Şubat ayında yer değiştirmelerini yapma şeklinde söz verildi. Ancak ertesi gün, verilen söz yok sayılarak, sadece eş durumu tayinlerinin yapılacağı yönünde bakanlıkça açıklama yapıldı.

Söz verip, sözünü unutan, bunu yerine getirmeyen bakana karşı, Türk Eğitim-Sen olarak sağlık ve öğrenim özrü mağdurlarının ve eşi bankacı olduğu için eş durumu özründen yararlanamayan öğretmenlerin feryatlarını duyurmak için Milli Eğitim Bakanlığı önünde prangalı, zincirli eylemle bunun cevabı verdik.

Mağduriyetler devam ediyordu. Türk Eğitim-Sen olarak bunlara sessiz kalamazdık. Çünkü Türk Eğitim-Sen sorumlu sendikacılık anlayışı gereği her konuda mağdurların sesi olmuştur. Bu anlayışın yansıması olarak; eş, sağlık ve öğrenim özrü mağdurları ile birlikte 30 Haziran 2012 tarihinde Abdi İpekçi Parkı’nda eylem yaptık. Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen özür grubu mağduru öğretmenler, eşleri, çocukları, aileleri ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’nı protesto ettik.

Milli Eğitim Bakanlığı değiştirdiği Kanun ve Yönetmelikle eğitim çalışanlarını mağdur edip, onlara katı kurallar uygularken, kendi vekil ve bakanlarının yakınlarını bu katı kurallardan muaf tutarak adalet anlayışlarını da ortaya koymuştur. Liyakat ve fazilet esaslı görevlendirmelerden daha ziyade yandaşlarını ve dostlarını kayıranlar, bunların haksız şekilde makam ve mevki kapmalarını sağlayanlar, haksız atama yapanlar kim olursa olsun şeref yoksunudurlar. Adaletten ayrılanlardır. Bu anlamda ülkeyi yönetenlerin sorumluluğu vardır. Ülkeyi yönetmeye talip olanlar; devleti yönetme bilinci içinde, halka hizmet anlayışına bağlı olarak, tarafsız ve dürüst, saygınlık ve güven duygusunu bozmadan, hedef ve maksada uygun çalışma yapmak zorundadır. Kurumların başında bulunanlar çalışanlar arasında ayrım yapmamalı, hak ve hakikatten, adalet çizgisinden ayrılmamalıdır. Ancak bu takdirde ülkede barış sağlanabilir. Devleti yönetenlere yol göstermesi aynı zamanda akıllarda ve vicdanlarda yer bulması açısından, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatini paylaşmak istiyorum: “Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül almak sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun.” Bu nasihat, ülkeyi yönetenlerce dikkate alınması gereken önemli bir yol göstericidir. Birçok siyasetçi muhalefette iken, adam kayırmacılığın bölücülükle eş değer olduğunu söylerken, iktidar olduklarında bunu unuturlar. Her dönemin mağdurları ve şanslıları vardır. Özür grubu mağdurlarının yaşandığı bir zamanda, basına bomba gibi düşen ‘Milletvekili ve bakan yakını 48 şanslı öğretmen için yönetmeliklerin hükmü uygulanmamıştır’ haberi eğitim çalışanlarını üzmüştür. Bakanlık emri ile geçici görevlendirmelerin iptal edilmesi kararı, tüm il valiliklerine gönderilmiştir. Yazılı emre rağmen, Ankara bu emri, birileri için yok saymıştır. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın yakını Kemal Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı, AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın yakını Aslıhan Akdoğan, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in yakını Hatice Çelik, AKP Muş Milletvekili Faruk Işık’ın eşi Meral ışık ve diğer 48 şanslı öğretmenin Ankara ilinde geçici görevlendirmesi yapılmıştır. Her kamu çalışanı ülkeye hizmet etmektedir. Atamalarda adaleti yok sayar, mağduriyetlerini görmezden gelir, birilerine “torpil” yaparsanız ülkede huzuru, çalışma barışını bozarsınız.

2012 Şubat ataması bekleyen eğitim çalışanları “Teşkilat Yasası” değişikliği ile hayal kırıklığına uğradılar. Dünyaları karardı, yıkıldılar.

Daha neler mi oldu?

Özür gurubu atamaları için il emri hakkı vardı. Bir genelge ile 5 Aralık 2011 tarihinde il emri hakkı da kaldırıldı. İl emri hakkı özür grubu tayini bekleyen öğretmenler için bir umuttu, onları büyük ölçüde rahatlatıyordu. Bakanlık özür grubu tayinlerini yılda bir kereye düşürürken, il emri hakkını da tamamen kaldırarak, adeta özür grubu mağdurlarının yaşam damarlarını kesmiştir.

MEB bir tarafta öğretmenlerin kendilerini yetiştirmesi ve geliştirmesi için çözüm ararken; diğer taraftan geçmişte yüksek lisans-doktora yapanlara verilen il dışı atama hakkını kaldırarak yine bir çelişki yaratmıştır. Sayın Bakan televizyon programlarında öğretmenlerin kendilerini yetiştirmesi gerektiğini söylüyor. Hem bu konudaki çalışmalardan bahsedip, hem de öğrenim özrünü dikkate almamak büyük bir tutarsızlıktır. Akademisyen kimliğe sahip bir Bakanın öğrenim özrünü kaldırmasının akılla-mantıkla bağdaşır tarafı yoktur. Sayın Bakan bu davranışı ile öğretmenlerin ayağına pranga; kitaplara ise kilit vurmuştur.

Sağlık sorunu olup atama bekleyenlerin atamalarının yapılmaması son derece düşündürücüdür. Bulunduğu yerde tedavisi mümkün olmayanların tedavisine başka illerde yapmasına müsaade edilmemesi onu ölüme terk etmek olmuştur. Buna hangi vicdan dayanır. Bunlar, Sayın Bakan Ömer Dinçer döneminin vicdansız uygulamalarıdır. Bu uygulamalar ortadayken, eğitimciler, bunca mağduriyeti yaşatan, özür kelimesinin ne anlama geldiğini bile bilmeyen bir Bakan anlayışına mı teşekkür etsin?

Bu çağ dışı anlayışları sergileyenlere teşekkür edilir mi? Göreve gelir gelmez Teşkilat Kanununu değiştirerek özür grubundan atama bekleyen binlerce öğretmeni mağdur etmiştir. Üstüne üstlük bunlar yetmiyormuş gibi, 4+4+4 sistemiyle eğitim çalışanları bir darbe daha yemiştir. Bu durumun sonucu olarak binlerce sınıf öğretmeni norm fazlası olmuştur. Böylece özür gurubu atamaları tamamen bir çıkmaza girmiştir.

Türk Eğitim-Sen olarak özür grubu mağdurlarına yönelik 14 Eylül 2011 tarihinden itibaren çok ciddi eylemler, açıklamalar, yazışmalar, görüşmeler, TV programları yaptık.

Mağdurlardan binlerce, on binlerce telefon ve mailler aldık. Hepsinde dram vardı. Mutsuzluk vardı. Huzursuzluk vardı.

Bunlardan özellikle biri var ki, yürekleri dağlıyor.


İki çocuğunu Çanakkale’nin Biga İlçesi’nde eşi ve kayınvalidesinin yanında bırakıp, ataması yapılıp Van’a giden anasınıfı öğretmeni 35 yaşındaki Öznur Kahraman’ın hikâyesi. Van depreminde, Erciş İlçesi’ndeki kafenin enkazından yaralı olarak çıkarıldı, ancak hastanede hayatını kaybetti. Talihsiz öğretmenin bir internet sayfasında, "Yalvarıyorum yardım edin. Çocuklarımdan ayrı kalmak öldürecek beni, yoksa kanser olacağım" diye yazdığı ortaya çıktı.

Biga İlçesi’nde yaşayan İhsan Kahraman ile evli iki çocuk annesi Öznur Kahraman, 2007 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmuş. Bir süre Kocaeli’nin Gebze İlçesi’nde sözleşmeli öğretmenlik yaptıktan sonra Van’daki bir köye ataması yapılmış. Bu dönemde hamile olan Kahraman, doğum yaptıktan sonra izne ayrılıp bebeğiyle birlikte Biga’ya gitmiş. Doğum izninin bitmesinin ardından iki çocuğunu, eşi ve kayınvalidesinin yanında bırakan Öznur öğretmen tekrar görev yerine gitmiş.

Kadrolu olarak ataması yapılan, ancak çocuklarından ayrılmak zorunda kaldığı için öğretmenlik hayaline kavuşmanın sevincini yaşayamayan Öznur Kahraman’ın deprem öncesinde bir internet sitesinde paylaştığı yazı yürek dağlıyor. "Lütfen çocuklulara ve evlilere yardım etsinler" diye başlayan yazıda, Öznur öğretmen şunları paylaştı: "Atandığımda 5 aylık hamileydim, doğum yaptım ve Biga’ya gittim. 2.5 aylık bebeğimi bırakıp görev yerime geldim. Haziran ayında Biga’ya gittiğimde çocuğum beni tanımadı ve ağlamaya başladı. Şu an bebeğim 7 aylık ve yeniden bırakıp görev yerime gideceğim. Görev yaptığım köyde çocuğa bakmam mümkün değil, yıkanmak için biz bile ilçedeki öğretmen evine gidiyoruz. Yalvarıyorum yardım edin. Çocuklarımdan ayrı kalmak beni öldürecek. Zaten bu işin sonunda kanser olacağım."

Van’daki deprem haberinin ardından Öznur öğretmene ulaşmaya çalışan yakınları haber alamayınca, hemen depremin vurduğu Erciş’e giderler. Yakınları, talihsiz öğretmenin, depreme bir kafede arkadaşlarıyla buluşup oturduğu sırada yakalandığını öğrenmişler. Arama-kurtarma ekiplerinin yoğun çalışmasıyla enkaz altından ağır yaralı olarak kurtarılan Öznur öğretmen, hastaneye kaldırılmış, ancak yapılan müdahalelere rağmen, iki çocuğunu son kez göremeden hayata veda etmiştir.

Talihsiz öğretmenin enkaz altından çıkartılmasıyla umutları yeşeren yakınları, acı haberle bir kez daha yıkılmıştır. Çocuklarına kavuşmanın hayalini kuran annenin cenazesi hastanedeki işlemlerinin ardından yakınları tarafından alınıp Biga’ya götürülerek toprağa verilir.

Şimdi, “birisi de çıkıp teşekkür etsin” diyen Bakan’a sormak gerek;

Öznur öğretmen gibi daha niceleri büyük acılar yaşadılar. Vicdanınız titremedi mi hiç?


Sayın Bakan’da bir baba olmasına rağmen, yaptıklarıyla ayrılıkların insanlara neler yaşattığından habersiz birisi olduğunu ortaya koymuştur. Sayın Bakan hep cephede kalmış, cephe gerisinde olup bitenlerden haberi olmamıştır. Hâlbuki ki iyi bir komutan cephe gerisini de görendir. Özellikle bakanlıkta yıllarını eğitime vermiş çalışanları görevden alıp yerine eğitimle alakası olmayan kişileri de iş başına getirince bakanlığın adeta hafızası silinmiştir.


Bakanın öğretmen kelimesine alerji duyduğu artık çok açıktır. Bu ülkenin iyi bir eğitim siciline öğretmenler sayesinde sahip olacağını düşünemeyen, öğretmenin mutluluğunun, huzurunun maksimum fayda sağlayacağını göz ardı eden, eğitimin en önemli mihenk taşı olan eğitim çalışanlarını yanlış uygulamalarıyla alabora eden Bakan Dinçer’in ne istediğini, ne yapmaya çalıştığını anlamak mümkün değildir.

Sayın Bakan ailelerin bir araya gelmesi için gayret göstermemiştir. Ailelerin paramparça olmasına seyirci kalmıştır. Ancak Türk Eğitim-Sen olarak yaptığımız eylemler, özür grubu mağdurlarının yükselen sesleri ve girişimleri kamuoyunda geniş yer bulunca bunun yankıları da gecikmemiştir. Sayın Başbakan Recep Tayip Erdoğan 1 Eylül 2012 tarihinde Kanal Türk’te katıldığı programda öğretmenlerin özür grubu atamaları ile ilgili yaptığı açıklamada; “Öğretmenler illa aynı ilçede görev yapacak diye bir şey yok. Evlerinin etrafına okul kuracak değiliz. Böyle bir durumda batıya istek fazla olduğundan yığılma oluyor ve Güneydoğu'da boşluk meydana geliyor. Asker, polis ve yargı mensuplarının eşleri için ise Milli Eğitim Bakanı'na talimat verdim çalışma yapılıyor” demiştir. Sayın Bakan Ömer Dinçer ise bakanlığı ticari bir iş yeri olarak gördüğünden farklı hesaplar, söylemler geliştirmiştir.

08.09.2012 Tarihinde Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer, Kanal 24 Televizyonunda katıldığı programda “Eğer bugün eş durumundan atamanın tamamı için il emrini koyacak olursak ve herkesi istediği yere gönderirsek, 33 bin öğretmenin yanı sıra 17 bin tane daha norm fazlası öğretmene sahip olacağız. 33 bin artı 17 bin öğretmen yaklaşık 50 bin edecek. Ve 50 bin öğretmen için biz ayda 3 bin lira, yılda 36 bin lira aşağı yukarı bir maliyete katlanacağız, bu 1,5 milyar liranın üzerinde. 50 bin öğretmene bu masrafı ettiğimiz takdirde sadece maliyet bundan ibaret kalmayacak. Onun yerine biz bir o kadar da ücretli öğretmen istihdam edeceğiz. Ben bunu kamuoyuyla paylaştım, herkes bu konuda lütfen elini başının altına alsın ve düşünsün. Ülke bu maliyete katlanmalı mı, yoksa biz eğitimin etkinliği için daha rasyonel birtakım adımları atmalı mıyız doğrusu bunu ben kamuoyunun takdirine bırakıyorum.” TRT Haber'de katıldığı programda ise “ Sivas'ın doğusuna gidecek bütün eşleri göndereceğim. Fakat özel sektörde çalışanlar eş durumu tayinine tabi değildir, bütün bunları bilirler” demişti. Sayın Bakan’a empati yapmasını sürekli hatırlattık. Sayın Bakan’a soruyoruz; öğretmeni eşinden, çocuğundan ayırıyorsanız, sağlık özrü olanlar tedavisini yaptıramıyorsa, öğretmenlerin kendilerini geliştirmesine müsaade etmiyorsanız, öğretmenlerden nasıl verim bekleyebilirsiniz? Siz eşinizden, çocuğunuzdan ayrı kaldınız mı? Bir iki yıl ayrı kaldığınızı bir düşünün. 300-400 km 800 km ileride ki eşini ve çocuğunu düşünen öğretmenin öğrencisine faydası olacağını düşünüyor musunuz? Hafta sonlarında, bayramlarda kilometrelerce yol kat edip eşine, çocuğuna giden öğretmen mi; yoksa eşi, çocuğu yanında olan öğretmen mi öğrencilere faydalı olur? Düşünün, kanser teşhisi konulup bulunduğu yerde tedavisi mümkün olmayan öğretmen mi öğrencisine faydalı olacak?

Sayın Bakan eş durumundan mağdur olanlar için yönetmelik doğrultusunda atama yapılacağını bunun dışında atama olmayacağını ısrarla söylemesine rağmen, kamuoyu baskısı sonu Sayın Başbakanın da talimatları ile düşünceler değişmiştir. 21 Eylül 2012 tarihinde TGRT katıldığı programda özür grubu atamaları için ilginç önerilerini sıralamıştır: “Eş durumundan ataması yapılamayan 9 bin kişi kaldı. Şimdi onlardan da özellikle sınıf öğretmenlerinin aldığı eğitim sebebiyle alan değişikliği yapma imkânları varsa onları da yine gözden geçireceğiz, sonra becayiş imkânı vereceğiz, sonra memur olmalarını teklif edeceğiz. Becayiş istemiyoruz diyenler olursa onlara memur olmalarını teklif edeceğiz, sonra da ücretsiz izin al diyeceğiz. Bütün bunlardan bir tanesine mutlaka eş durumundan tayin isteyen öğretmenimizin şartı uyacaktır. Onlardan herhangi birinin şartına uyanı, kabul ettiği takdirde eşiyle beraber olabilir. Aksi takdirde 1 yıl sonrası için yeniden şansını deneyecek” diyen Sayın Bakan Ömer Dinçer’e mi teşekkür edelim?

Bilindiği üzere geçen yıl Haziran, Temmuz ve Ağustos’ta olmak üzere üç kez öğretmen ataması yapıldı. Öğretmenlere 1 Eylül tarihinde göreve başlayacakları söylendi. Ancak araya Ramazan Bayramı tatilinin girmesi nedeniyle öğretmenlerimiz 5-15 Eylül tarihleri arasında göreve başlatıldı. Öğretmenlerimiz hizmet süresi hesabında 30 Eylül tarihinin esas alınmasını istiyordu. Çünkü bu tarih daha öne çekildiğinde 1 yıllık stajyerlik süresini dolduramayan öğretmenler sadece 3, 5, 10 gün dolayısıyla tayin isteyemeyecekler ve böylece 2 yıl aile hasreti çekeceklerdi. Türk Eğitim-Sen olarak bu konuyu da defalarca gündeme getirdik, binlerce öğretmenin infial içerisinde olduğunu söyledik. Sonunda Bakan Dinçer çağrılarımıza cevap verdi ve özür grubu eylemimize bir gün kala kıdem süresinin hesaplanmasında 30 Eylül tarihini dikkate alacaklarını açıkladı. Ancak Bakan bu sözünü de unuttu ve hizmet süresi hesaplanırken 15 Eylül tarihi dikkate alındı. Devlet adamlarının verdiği söz tutulmalıdır. Verilen sözler tutulmaz ise devlete güven azalır. Karakolda doğru söyleyip mahkemede şaştın mı bu ülkenin gelişmesi, toplumun huzuru ve barışı için yol alamayız. Verilen sözleri yerine getirmez iseniz, kusura bakılmasın bunun adına Türkçede çalkalama derler.

Eş durumundan tayin bekleyen öğretmenlerin durumu Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ve seleflerini karşı karşıya getirdi. Hüseyin Çelik'in konuyu Başbakan'a iletmesine Nimet Baş'ın destek vermesi çarpıcı söylentilerin çıkmasına neden olmuştu.

MEB’de özür grubu öğretmen atamaları büyük bir kaosa dönüşmüştür. Her sene yılda iki defa yapılan özür grubu atamaları bu sene Şubat ayında yapılan atama ile sekiz defa yapılarak baş döndürmüştür. Becayiş, eş özrünün bulunduğu yerdeki İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine geçici olmak üzere memur olarak atama, kısmen atama, 29 ile özür durumundan dolayı ek atama, alan değişikliği bu dönemin eseridir. Alan değişikliği ise tam bir komediye dönüşmüştür. Öğretmenlerin birçoğu eşlerine, çocuklarına, eğitimlerini sürdürdükleri yerlere atanmak için istemeye istemeye alan değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu kargaşayı eğitim çalışanlarına yaşatan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e mi teşekkür edelim?

Yasa ve yönetmelikler çalışanların huzurunu sağlamak ve iş verimini artırmak için yapılırken; Milli Eğitim Bakanlığı’nda yapılan değişikliklerle özellikle de Bakan Ömer Dinçer dönemi uygulamaları ile çalışanların huzuru kaçırılmıştır. Sonuçta, geleceğinden endişeli bir gençlik ve mutsuz bir eğitim çalışanları ordusu oluşturulmuştur. Çalışanlar resmen yok sayılmıştır. Oysa bir kurum ancak çalışanlarını mutlu etmek ve onların hayat standartlarını yükseltmekle başarıyı yakalayabilir. Eğitim çalışanlarını eşlerinden, çocuklarından kopararak eğitimde kalite ve verim sağlanamaz.

Son söz; zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur.

Türk Eğitim Sen Genel Merkezi
Musa AKKAŞ
Genel Sekreter

ÖZEL HABERLERİMİZİ KAÇIRMA MEMURLARA HABER RESMİ SAYFASI TIKLA BEĞEN

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Öğretmen Haberleri 2024 Haberleri